Ömer Aygün, Aristoteles, Peri Psykhê Okumaları, 2. Seminer

Sdílet
Vložit
  • čas přidán 5. 09. 2024

Komentáře • 5

  • @setasene
    @setasene Před 4 lety +6

    Aristoteles'in -kendinden öncekilere kıyasla- yenilik olarak getirdiğini söylediği ayrım, Kuvve-Fiil ayrımıdır demiştik.
    Kendinden Öncekilerin ruh tasnifleri (birinci kitap ikinci bölüm) ve ruhun -canlı cansız ayrımı dolayımında- hangi kavramlarla ilişkilendirildiği (Aristo ruhu aşağıdakilerle tanımlamaz, eleştirir ve bu tanımlardan ayrışır):
    -a)Hareket (Phaidon’da ruhun otokinetik olduğu, kendi kendini hareket ettirdiği söylenir.
    -b)Duyumsama+Düşünme (Alımlama-Perception)
    -c)Cisimsizlik (gayr-cismani olmak). Aristoteles buna küçük-parçalılık da der. Ruh ile küçük-parçalılığın bağdaştırıldığını söyler.
    -d)Ahenk
    Aristoteles, ruh ile yukarıdaki kavramların bağdaştırılmasında sorunlar olduğunu düşünür (hatta bazen bu bağdaştırmaların büsbütün yanlış olduğunu söyler). Oralarda oluşan pürüzlerin üzerine felsefe ile gider.
    a) Ruhun hareket ile bağdaştırılmasındaki zorluklar:
    Hareket ettirenin kendisinin de illa hareket etmesi gerekmez. Aristoteles bu fikre çok yaslanır. Özetle, ruh bedeni hareket ettiriyor diye, ruhun da hareket ettiğini düşünmeniz şart değildir O’na göre. Yani Phaidon’da Platon’un ya da Sokrates’in söylediğinden farklı olarak, “ruhun oto-kinetik bir şey olduğunu düşünmeniz şart değildir” denmektedir.
    Aristoteles’e göre 4 çeşit (başka yerlerde başka bir sayı vermiş olması muhtemeldir) hareket vardır: Yer değiştirme; başkalaşma; azalma; çoğalma. Aristoteles burada bedenle birlikte hareket eden ruh fikrini (yani ruhun bu dört hareketin hepsi ile ya da bazılarıyla hareket etmesi üzerine bedenin hareket etmesi fikrini) çürütmeye çalışır. Buradaki problem, ruhun bir yerinin olması problemidir. Eğer ruhun bir yeri varsa, o yer beden ile aynı yerdir ve bu karışıklık yaratır. Aristoteles’in diğer güçlü itirazı: “bedenin hareketlerini ruha dayandırıyorsanız, tüm vücudun hareketi problemini, içerdeki küçük şeyin hareketi problemine indirgemiş oluyorsunuz. Peki içerdeki ruhun hareket etmesini nasıl açıklayacaksınız?” Aristoteles, küçük-parçalı kürelerin hareket etmeyi sağladığı fikrine karşı şu soruyu sorar: Acaba aynı şey durmayı da sağlar mı? Yani hareketi açıklıyorsanız, hareketsizliği de açıklayabilmeniz gerekir. Bir taşın yerde durması ile canlı bir kedinin yerde durması aynı gibi gözüküyor ama değil. Canlı bir varlık olarak kedinin, hareket edebilecek varlık olarak orada durması ile, hareket edemeyecek varlık olarak orada durmasında bir fark vardır. Hatta, Sokrates’in -bir canlı olarak- hapisten kaçmayıp yerinde durması ile, kedinin -bir canlı olarak- olduğu yerde durması arasında da fark vardır (Ancak Ruh Üzerine kitabı insanla değil -psikoloji ile değil- daha çok hayvan ve bitki olarak canlılarla -biyoloji ile- ilgilidir. Onun insan ile ilgili fikirleri için Etik’ine ve Politika’sına bakılabilir).
    “Her ne ki hareket eder, canlıdır” diyemiyorsak -cansızlar da hareket edebiliyorsa-, “canlı olan her şey de hareket eder” diyemeyiz Aristoteles’e göre. Bazı süngerler, yer değiştirmeyen bitkiler örneğin, “hareket için ruh; ruh için de hareket şart değildir” dedirtir Aristoteles’e.
    Ayüstü’nde hareket, biteviye bir hareket olduğu için, hareketsizliği içermeyen bir hareket formudur. Ama Ayaltı’na gelindiğinde -çizgisel hareket söz konusu olduğunda- her hareket, bir hareketsizliğe güdümlü olarak çalışır. Yani gaye, süreci yönetir. Tüm hareketler gayeye doğru vakumlanır. Yani Ayaltı’nda hareket eden her şey ruh sahibi değildir. Aristoteles’e göre canlılar hareket’i bildiği gibi durmayı’da bilirler. Yani kedinin-bir canlı olarak- durmasının, taş için-bir cansız olarak- geçerli olamayacak bir anlamı vardır. Kedi olduğu yere “varmıştır”; oysa taş oraya varmış durumda değildir. Özetle, “ruhu hareketle açıklarsanız, bilin ki bazı hareketsizlikleri da aynı şekilde açıklayabilmeniz gerekir” (fırlatılan taşın yere düşmesi ile, bir kuşun aynı yere konması arasında dev bir fark vardır).
    Öyle hareket eden şeyler var ki canlı değil, öyle canlılar var ki hareket etmiyor. Kaldı ki hareket eden canlıların hareketi, hareketsizliği de içermek zorundadır. Öyleyse ruh ile hareket bağdaştırılamaz. Aslında aynı itiraz küçük-parçalılık için de geçerlidir: “Eğer nefes (ruh bir nefes ise)vücudu hareket ettiren bir şey ise, aynı nefes ruhun hareket etmemesini de sağlamalıdır”.
    Canlılığın bütün esası, tamamen fiilî olmamasına rağmen kendini muhafaza edebilmesidir (İnaktif olmasına rağmen canlılık özelliğinin kaybedilmemesi, stand-by durumu). Canlılar yaptıkları şeyi yapan, ama onları yapmazken de yapma yetisini kaybetmeyen varlıklardır. Aristoteles’e göre ruhun tanımı budur.
    b) Ruhun duyumsama/düşünme(alımlama) ile bağdaştırılmasındaki zorluklar:
    Bu kısım rüya ve ölüm ile de ilgilidir.
    “Ruhu alımlama ile bağdaştıran kişiler -bir kişi hariç-, ruhu ya bir öğe yapıyor ya da bütün öğelerden (su, ateş, toprak, hava) oluşturuyor” der Aristoteles; yani “benzer benzeri tanır”.
    “Ruhu tanımlayan şey algılayabilme ise, ruh algıladığı şey ile aynı olduğu için algılayabilmiştir; çünkü benzer benzeri tanır”(varolan her şey su ise, benim ruhum da su ise, benim ruhumun varolan şeyleri algılaması çok doğal). İşte Aristoteles’in ayrıştığı argüman budur.
    Aristoteles’in kuvve-fiil ayrımı elinizde olmadığında, açıklama modeli olarak ya “benzer benzeri tanır (B-B) ya da “karşıt karşıtı tanır (K-K; Anaksagoras) demek zorunda kalırsınız. Kuvve-Fiil ayrımı sayesinde ise bu ikisinin arasından bir yol görünür.
    Ruhu bütün öğelerden oluşturanlar (ruhun tüm öğeleri algıladığını söyleyenler), su/ateş/toprak/havanın her birinden ruha koyulduğunu ve her birinin “benzerini” tanıdığını ifade ederler. “Tek bir neden ve tek bir öğe olduğunu söyleyenler ruhu da tek olarak ortaya koyuyorlar; örneğin ateş ya da hava. Birçok ilke olduğunu söyleyenler ise ruhu da çoklu yapıyor. Bir tek Anaksagoras “aklın” hiçbir özelliğe ya da etkilenime sahip olmayan bir şey olduğunu ve başka hiçbir şeyle hiçbir ortaklığı olmadığını söylüyor”. Anaksagoras, aklın hem benzerini hem karşıtını algıladığını söyler. Aklın kendisinin diğer öğelerle mukayyet olmadığını söyler. Akıl, özelliklerden münezzeh olmalıdır. Aristoteles buna karşı şunu sorar: “Anaksagoras’ın dediği gibi ise, akıl nasıl ve hangi nedenle tanıyacak bunu söylemediği gibi, söylediklerinden açık bir şey de çıkmıyor.”
    “Bilkuvve farklı olan şeyler, bilfiil bir oluyorlar” demektedir Aristoteles.
    c) Cisimsizlik
    “Ruh adeta ele avuca sığmaz bir şeydir diyenler var” der Aristoteles. Ruh birtakım partiküllerdir ve ona “benzeyen” ya da ona “karşıt olan” şeyleri algılar fikrini ele alır.
    d) Eğer ruh bir ahenk ise ve o ahenk bozulunca ölüyorsak, canlının vücudunda bir sürü yerde varolan bir sürü orantıya bakılırsa hangi orantıyı baz alacağız diye sorar Aristoteles. Farklı orantıları içerecek bütün bir formül gerektiğini ileri sürer.
    Aristoteles, “Ruh ve Beden arasındaki ilişkiyi” ele alırken ruhun bedene indirgenebileceğini düşünen (BİRCİLİK); ya da ruhun bedenden ayrı/müstakil olduğunu öne süren (İKİCİLİK) fikirler arasında gidip geliyor ver aslında bir ara yol bulmaya çalışıyor. Eğer ruh maddi bir şey ise, yukarıda belirtilen sıkıntıların çıktığını öne sürer ve sorar: Şayet ruh büsbütün gayrıcismani ise (madem birlik olmuyorsa ikiciliği seçelim fikri), gündelik hayatımızda ruhumuzdan çıkan ama bedenimizi etkileyen (elimi kaldırmam) ya da dışarıdan ruhumu etkileyen; yani bedenim ile ruhum arasında bir ilişki/trafik olduğunu ima eden hareketlerimizi nereye koyacağız?
    Aristoteles “ruhsal fenomenler, bedensel fenomenlerle içiçe gibi duruyor” demektedir. Öfke örneğini verir. Öfkeyi yalnızca kalbin etrafındaki kanın kaynamasına indirgememeyi belirtir. Öfkenin fenomenolojik anlamına da vurguda bulunur. Öfke, intikam isteği de olabilir. Aristoteles bu iki açıklama düzlemi de korumak gerektiğini önerir gibidir. Bu durumda ruh bağlamında ortaya atılan tüm tanımlar, maddeye içkin logoslardır (Beden ile olan ruh hareketleri). “Korkutucu bir şey olmadığı halde korkutulmuş bireyin ruh halleri ortaya çıkar” diyen Aristoteles, ruh ve beden yakınlığını anlatır gibi görünürken birden ruh ve beden uzaklığına da işaret etmiş gibidir. Aslında bunu yaparken ruhun bedenden “kopukluğunu” değil, ikisinin “paralelliğini” vurgulamaya çalışır. Öyleyse Aristoteles şöyle demektedir: Dışarıdan korkutucu bir şey olmamasına rağmen, ruhunuzda korkuya meyyal bir hal hissetmeniz çok doğaldır. Eğer böyleyse, bu ruh halleri, maddeye içkin logoslardır. Bu sebeple ruh incelenirken, hem ruhi süreçlerin anlamına hem de bedensel altyapıya bakılması gerekir.
    Peki ruhun bedenden bağımsız hiç mi işlevi yoktur? Aristoteles bu soruya cevap konusunda muğlak/bulanık konuşur.
    Aristoteles bazen, bedenden tamamen kopuk bir yeti varolabilirmiş gibi konuşur. Bu, bedende görmenin ya da dokunmanın organı “görülebilirken”, düşünmenin organının görülememesi ile ilgilidir. Faal akıl meselesi de büyük ölçüde buraya bağlanır.

  • @setasene
    @setasene Před 4 lety +6

    DEVAMI
    Varlık’ın Üç Anlamı
    1. Madde: bir güç/kuvvedir.
    2. Biçim: bir yetkinlik/kemal/fiildir.
    3. Birleşik varlık:
    Burada Aristoteles’in Fiil-Kuvve ikili ayrımı, üç ayrıma doğru gelişir. Aristoteles’in tüm düşüncesi “fiil kuvveden önce gelir” fikrine teğellenir.
    “Madde bir güç, biçim ise bir yetkinliktir. Ama yetkinlik/fiil iki anlamdadır: a) bilmek, b) bilgiyi kullanmak”. İkili gibi gözüken kuvve-fiil ayrımı, fiilin de ikiye ayrılmasıyla daha yüksek çözünürlük kazanır. (Üç parçalı ayrım yapışmasa (kuvve-birinci fiil-ikinci fiil), ölüm-uyku-uyanıklık ayrımı yapılamaz; ölüm ile uyku aynı anlama gelmek zorunda olur).
    Ruh ile cisim eşdeğer olamaz. Nitekim cisim bir taşıyıcı gereği var değildir, bizatihi cismin kendisi taşıyıcıdır. Canlılık esprisi cismanilikte aranmamalıdır. “o halde zorunlu olarak ruh, yaşama gücüne sahip doğal bir cismin biçimi anlamında varlıktır”. Böylece Aristoteles Ruh’u, Biçim’e yerleştirir (Küheylan bir birleşik varlıktır, maddi bir altyapısı vardır (molekülleri) ama onun bir at olduğunu da düşünürüz (biçim). Aristoteles Ruh’un birleşik varlık ya da madde olmasını saçma bulur. Çünkü öyle madde biçimleri vardır ki canlı değildir. O halde zorunlu olarak ruh, biçimdedir).
    O halde Ruh madde değil biçim, kuvve değil fiildir. Fiil de iki anlamlıdır. Bir anlamı bilmek/bilgi gibidir; diğer anlamı bilgiyi kullanmak gibidir (Almanca bilmek başka şey, Almanca bilgisini kullanıyor olmak başka şeydir. İkisi de yetkinlik/fiildir). Almanca Bilmek, Almanca bilgisini kullanma’nın yetisidir. Bilgiyi kullanmadığımızda da o yeti kaybolmaz. Bilmek birinci fiil, bilgiyi kullanmak ikinci fiildir. Öyleyse Aristoteles’e göre Ruh öyle bir fiildir ki, her zaman ikinci fiil anlamında yetkin olmak zorunda olmayan bir fiildir. Dolayısıyla bir birinci fiil olması yeterlidir.
    Yine de Aristoteles’in bu şeması bitki ve hayvanlarla ilgili asgari bir trafiği imler. Konu insana (etik’e ve siyaset’e) geldiğinde bu trafik çok karmaşıklaşır. Ancak bunun etik’e nasıl uygulandığını şöyle özetlemek mümkün: Kuvve(Güç); Birinci Fiil ve İkinci Fiil ayrımında, Aristoteles’e göre Birinci Fiil Ruh için yeterlidir. Bir çocuğun (yani insanın) Almanca öğrenebilmesi (kuvve; Almanca öğrenmeye potansiyeli olma) için, bir Almanca hocası (İkinci fiil) ile muhatap olması gerekir. Kuvve ve ikinci fiil arasındaki tekrar, Birinci Fiil’i, yani Almanca bilgisini sağlayacaktır (cesur davranışlar yapa yapa cesur hale gelme etiği gibi). Almanca bilgisi sağlandığında da, Almanca konuşmadığım zaman da yok olmayacak bir yetiye erişirim. Başka bir ifade ile “uyanıklık (ikinci fiil) kadar uyku (birinci fiil; bilgiye sahip olup da onu işletmeme hali) da ruhun mevcudiyetini gerektirir. Uyuyor olmak, maddeye gerilemek (kuvveye düşmek) değildir”.
    “Bir kişide oluş bakımından önce gelen bilgidir. Bu yüzden ruh, yaşama gücüne sahip doğal bir cismin birincil yetkinliğidir. Böyle bir cisim organik bir cisimdir. Bitkilerin kısımları gayet basit olsa bile birer organdır. Örneğin yaprak kabuğu örter, kabuk meyvayı örter”.
    Balta Örneği: Baltanın kuvvesi/maddesi ahşap ve demirdir. Baltanın birinci fiili nedir? Kesmediği halde varolması baltanın birinci fiilidir. Çünkü baltanın ikinci fiili keskinliği/kesmesidir. Kesmediği zaman bile baltanın kesebilme özelliğine sahip olması üzerinden ruhu tanımlayabiliriz.
    Baltanın sapı ve demirli kısmı, henüz birbiriyle iliştirilmemişken/yontulmamışken/işlenmemişken, birbirleri ile ilişki kuruyor değildirler. Baltanın kesen yer, ahşabı, tutulacak kısmı vesaire bütün parçalarının birbiri arasında manalı bir işbirliği var. Bu işbirliği organiktir. Sap yalman(baltanın keskisi) ile, yalman sap ile, özetle baltanın tüm noktaları birbiri ile anlam kazanır. Form/Biçim bu demektir. Baltanın işlevi eğer kesmekse, keskin halde olan ve halihazırda kesmek zorunda olmayan bir balta, yeterince baltadır (Bir baltanın ruhu olsaydı onun ruhu kesmek olurdu. Burada “kesebilirlik” özelliği, onun balta olması için yeterli. Ruh’u yoksa, balta gibi görünse de balta değildir. Aristoteles için kelimeler uzlaşımsaldır. Bir şeye o demekle o olmaz. ruhu olması gerekir).
    “Ruh, doğal olmayan bir cismin değil, doğal bir cismin ne idüğü ve biçimidir. Bu söyleneni bir de bedenin kısımlarında görmek gerek. Eğer göz, bir organ değil de başlı başına yaşayan bir şey olsaydı, onun Ruh’u görmek olurdu. Göz görmenin maddesidir ve görmek çekip çıkarılırsa göz artık göz değildir; taştan ya da çizilmiş bir göz gibi yalnızca ismen gözdür”(Görme kuvvetine sahip olması gözü göz yapar).
    Özetle Aristoteles’nun söylediği şey, canlı varlıkların anlaşılabilmesi için üç parçalı bu ontolojiye gerek olduğudur. İki parçalı ya da yekpare (monist) bir ontoloji, canlı-cansız ayrımını açıklamayacaktır.
    Ruh’u anlamak için bedene bakmak gerekir. Hazırlık, bedendedir. Aristoteles ruh göçüne cepheden karşıdır. Çünkü örneğin arının vücuduna bakarak ruhunu, antenine bakarak iletişimini, kıllarına bakarak beslenmesini, göbeğine bakarak beslenmesini, gözlerine bakarak hareketini anlarsınız. Ruh ile beden arasında çok hızlı gidip gelinebilir. Şayet ruh göçü mümkünse, örneğin bir yılanın ruhu arının içinde ise, arıyı inceliyor olmak yılan hakkında hiçbir şey öğretmeyecektir. Arıyı incelemek demek, arının ruhunu görüyor olmak demektir. Bu sebeple Aristoteles ruh göçüne doğrudan karşıdır.
    Aristoteles, Pitagoras’tan ya da Platon’dan farklı olarak, ruhu bedenin organizasyonuna indirger. Akademi’de yetişmiş biri için bu bir skandaldır. Beslenmek ruh için yeterlidir derken ruhu aşağılamaktan çok beslenmeyi yüceltiyor gibidir. Platon ruhu inceler. Ya da Pitagoras’a göre arının ruhunda at kişnemesi duyuluyorsa önemli olan ruhtur; oysa Aristoteles için bu geçerli değildir. Ruhu bedenden kalkarak kavrar.
    Aristoteles bütün ruh söylemlerini alıp bir "canlılık bilimine" dönüştürür. Düşünme ve akıl denen şey, canlıların en üst formudur. Düşünmek, "yaşamdan da çok yaşam"dır.

  • @gambo2003
    @gambo2003 Před 3 lety +1

    Sorunun kalitesini su sekilde tanimliyorum, soru konuyu ya kisir döngüye cevirir yada o döngüyü kirarcak cinsdendir. Çözüm odaklı olmayan sorular, daha cok kısırlık içinde kavruluyorlar, ömer bey sizin sabrınıza hayranım...

  • @asmincan4189
    @asmincan4189 Před 4 lety

    Allah razı olsun

  • @mrsarwenn
    @mrsarwenn Před rokem

    her bölüm illa birisi hapşuruyor :)