(41) 21.Söz/2, Sh 94 | Her insan tâat, ma‘siyet ve musibete karşı olmak üzere üç sabırla mükelleftir

Sdílet
Vložit
  • čas přidán 22. 08. 2024
  • Üçüncü Îkāz: Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibâdet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini bugün düşünüp muzdarib olmak; hem gelecek günlerdeki ibâdet vazîfesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek, hiç kâr-ı akıl mıdır? Şu sabırsızlıkta misâlin şöyle bir sersem kumandana benzer ki, düşmanın sağ cenâh kuvveti, onun sağındaki kuvvetine iltihâk etmiş. Ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenâha gönderir. Merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenâhta düşmanın askeri yok iken ve daha gelmeden büyük bir kuvvet gönderir; “Ateş et!” emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar. Merkeze hücum eder. Târ u mâr eder.
    Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalb olmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti kerâmete iltihâk ve meşakkati sevaba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler. Şimdiden düşünüp usanmak ve fütûr getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp, bağırıp çağırmak gibi bir dîvâneliktir.
    Madem hakîkat böyledir. Âkil isen, ibâdet cihetinde, yalnız bugünü düşün. Ve onun bir saatini, “Ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum” de. O vakit senin acı bir fütûrun tatlı bir gayrete
    SAYFA 95
    inkılâb eder. İşte ey sabırsız nefsim! Sen üç sabır ile mükellefsin. Birisi, tâat üstünde sabırdır. Birisi, ma‘siyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu üçüncü îkāzdaki temsîlde görünen hakîkati rehber tut. Merdâne, “Yâ Sabûr!” de. Üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği sabır kuvvetini, eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfî gelebilir. Ve o kuvvetle dayan.
    Dördüncü Îkāz: Ey sersem nefsim! Acaba şu vazîfe-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahud seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır. Ve fütûrsuz çalışırsın. Acaba bu misâfirhâne-i dünyâda âciz ve fakir kalbine kūt ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziyâ; ve herhalde mahkemen olan Mahşer’de sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırât Köprüsü’nde nûr ve burâk olacak bir namaz neticesiz midir? Veyahud ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye va‘d etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-va‘d edebilir. O adama i‘timâd edersin, fütûrsuz işlersin. Acaba hulfü’l-va‘d, hakkında muhâl olan bir zât, cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va‘d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazîfede seni istihdâm etse, sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla yarım yamalak hizmetinle onu va‘dinde ithâm ve hediyesini istihfâf etsen, pek şiddetli bir te’dîbe ve dehşetli bir ta‘zîbe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütûrsuz hizmet ettiğin halde, cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve latîf bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
    Beşinci Îkāz: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki fütûrun ve namazdaki kusurun meşâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir? Veyahud derd-i maîşetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun? Sen isti‘dâd cihetiyle bütün hayvanâtın fevkınde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedârikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazîfe-i asliyen, hayvan gibi çabalamak değil, belki hakîkî
    SAYFA 96
    SAYFA 97
    SAYFA 98

Komentáře • 9